İçindekiler
- Giriş
- Tutukluluk Nedir?
- Uzun Tutukluluk Bağlamında Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkı
- Uzun Tutukluluk Sorunu
- Güncel Kararlar Işığında Değerlendirme
- Sonuç
- GİRİŞ
Kişi özgürlüğü ve güvenliğinin hukuk devletinin temel taşlarından olduğu su götürmez bir gerçektir. Ancak bazı durumlarda, özellikle uzun süren tutukluluklar sebebiyle bu hak ciddi şekilde ihlal edilebilmektedir. Huzurdaki yazımızda uzun tutukluluk uygulamasının kişi hürriyeti üzerindeki etkilerini ele alınmış olup mezkur durum Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Yargıtay’ın güncel kararları ışığında değerlendirilmiştir.
- TUTUKLULUK NEDİR?
Tutukluluk, bir kişinin, hakkında ciddi bir suç işlendiği şüphesi varsa ve kaçma ya da delilleri yok etme ihtimali bulunuyorsa, mahkeme kararıyla geçici olarak özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Yani kişi, davası sonuçlanana kadar bir süre cezaevinde kalır.
Tutukluluk bir ceza değildir. Çünkü kişi henüz suçlu bulunmamıştır. Sadece yargılama sürecinin güvenli bir şekilde yürütülmesi adına başvurulan koruma tedbirlerinden biridir. Koruma tedbirinden kasıt ise tutuklamanın geçici bir önlem olmasıdır. Önlem olmasından dolayı tutukluluğun ne kadar süreceği de kanunlarla sınırlandırılmıştır. Bir kişi tutuklandı diye ömür boyu tutuklu bırakılamaz. Eğer ki kanunun aradığı şartlara uyulmaksızın tutuklamaya devam ediliyorsa bu durumda kişi özgürlüğü hakkınız ihlal ediliyor demektir ve uzun tutukluluk sorunu gündeme gelecektir.
- UZUN TUTUKLULUK BAĞLAMINDA KİŞİ HÜRRİYETİ VE GÜVENLİĞİ HAKKI
Tutuklamanın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile bağlantısı bulunmaktadır. Bu hak hem ulusal hem de uluslararası hukukta güvence altına alınmış olup Anayasa m.19 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) m.5’te düzenlenmiştir. Bu düzenlemelere göre, kişiler ancak belirli şartlar altında özgürlüklerinden yoksun bırakılabilir. Tutuklama bir istisna olup “son çare” niteliğinde bir koruma tedbiri olmalıdır.
Tutuklama koruma tedbirinin ne kadar süreceği 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenleme altına alınmıştır. “Tutuklulukta Geçecek Süre” başlıklı 102. Maddeye göre
-Ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.
-Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda beş yılı geçemez.
-Soruşturma evresinde tutukluluk süresi, ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işler bakımından altı ayı, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işler bakımından ise bir yılı geçemez. Ancak, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu olarak işlenen suçlar bakımından bu süre en çok bir yıl altı ay olup, gerekçesi gösterilerek altı ay daha uzatılabilir.
-Bu maddede öngörülen tutukluluk süreleri, fiili işlediği sırada on beş yaşını doldurmamış çocuklar bakımından yarı oranında, on sekiz yaşını doldurmamış çocuklar bakımından ise dörtte üç oranında uygulanır.
- UZUN TUTUKLULUK SORUNU
Yargılamaların makul sürede tamamlanmaması ve tutukluluğun gereğinden uzun sürmesi, kişi özgürlüğü hakkının ihlali sonucunu doğurmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), “makul süre” kavramını değerlendirirken davanın karmaşıklığı, başvurucunun davranışları ve yetkili makamların tutumu gibi kriterleri göz önünde bulundurmaktadır. Mamafih uzun tutukluluk, bireyler üzerinde fiziksel, psikolojik ve sosyal açıdan ciddi etkiler doğurmakta olup toplumun adalet duygusunu ve hukuk sistemine olan güvenini de zedelemektedir.
- GÜNCEL KARARLAR IŞIĞINDA DEĞERLENDİRME
Gerek AİHM gerekse de Anayasa Mahkemesi’nce verilen pek çok kararda tutuklama koruma tedbirinin uygulanma koşulları, uzun süreli tutukluluk durumunun yarattığı hak ihlalleri ayrıntılı bir şekilde tartışılmıştır. Alpay / Türkiye davasında AİHM Şahin Alpay’ın tutukluluğunun:
- Sözleşme’nin 5. maddesine (özgürlük ve güvenlik hakkı) aykırı olduğuna,
- Tutukluluğun makul şüpheyi aşacak somut delillerle desteklenmediğine,
- Tutukluluğun makul süreyi aştığına ve devam ettirilmesinin keyfi olduğuna karar vermiştir.
Özetle Şahin Alpay kararı, uzun süreli tutukluluğun keyfi hale gelmemesi gerektiği, kuvvetli suç şüphesinin somut kanıtlarla desteklenmesi gerektiği ve özellikle olağanüstü hâl gibi dönemlerde dahi orantılılık ilkesinin korunması gerektiği ilkelerini çok net vurgulayan bir karar olmuştur.
Keza Mehmet Hasan Altan Başvurusunda Anayasa Mahkemesi şu değerlendirmeleri yapmıştır:
- Başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin makul şüpheyi aşacak güçlü delillerle desteklenmediği,
- Tutuklamanın gerekçelerinin somut olayla yeterince ilişkilendirilmediği,
- Özellikle tutukluluğun devamına ilişkin kararların (örneğin itirazların reddi) yetersiz ve klişe ifadelerle verilmiş olduğu,
- Tutukluluğun süresinin, soruşturmanın karmaşıklığı ve olağanüstü hal koşulları dikkate alınsa bile, ölçüsüz şekilde uzadığı,
- Adli kontrol gibi alternatif tedbirlerin yeterince değerlendirilmediği,
- Tutukluluk süresince yapılan itirazların duruşmasız ve yüzeysel incelendiği tespit edilmiştir.
Sonuç olarak Anayasa Mahkemesi, başvurucunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiş olup özellikle tutuklama kararının “kuvvetli suç şüphesi” gerektirdiğini ve tutukluluk süresinin makul olması gerektiğini, ancak başvurucunun durumunda bu şartların sağlanmadığını belirtmiştir. (Mehmet Hasan Altan Başvurusu Başvuru Numarası: 2016/23672).
Mehmet Altan ve Şahin Alpay Kararları Işığında Uzun Süreli Tutukluluk Değerlendirmesi:
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Mehmet Altan ve Şahin Alpay kararlarında açıkça vurguladığı üzere, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kapsamında tutuklama tedbiri, ancak kuvvetli suç şüphesine dayalı somut delillerin bulunması ve bu tedbirin ölçülü olması şartıyla uygulanabilir. Her iki kararda da, başvurucuların tutukluluk gerekçelerinin genel, soyut ve yetersiz olduğu; tutuklamanın kuvvetli suç şüphesini desteklemediği; ayrıca tutukluluk süresinin makul sınırları aştığı tespit edilmiştir. Mahkemeler, özellikle olağanüstü hâl gibi istisnai dönemlerde dahi temel hak ve özgürlüklerin korunmasının zorunlu olduğuna dikkat çekmiş; uzun süren tutuklulukların keyfiliğe yol açmaması ve her aşamada sıkı bir şekilde denetlenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu çerçevede, mevcut başvuruda da benzer ihlal iddiaları bulunmakta olup, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili hükümleri doğrultusunda kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiği değerlendirilmektedir.
Mehmet Altan ve Şahin Alpay Kararlarının Hukuki Sonuçları ve Uygulamadaki Etkileri:
Mehmet Altan ve Şahin Alpay kararları, uzun süreli tutukluluk uygulamaları açısından içtihat hukukunda önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu kararlar sonrasında, özellikle tutuklama tedbirlerinin gerekçelendirilmesi, somut delillere dayanma zorunluluğu ve tutukluluğun devamına karar verirken makul sürenin aşılmamasına dikkat edilmesi gerektiği daha belirgin bir şekilde vurgulanmıştır. Yargı makamları, bireylerin özgürlüklerinden mahrum bırakılması gibi ağır sonuçlar doğuran tedbirlerde, daha özenli ve ölçülü hareket etme yükümlülüğü altına girmiştir.
Uygulamada ise bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi’nin verdiği ihlal kararlarının artması, hem adli makamların tutuklama ve tutukluluğun devamı kararlarında daha dikkatli olmalarına hem de yargılamaların makul sürede tamamlanmasına yönelik bir hassasiyet oluşmasına katkı sağlamıştır. Ancak bu kazanımların kalıcı hale gelmesi için kararların alt derece mahkemeleri tarafından da benimsenmesi ve somut olaylara aktif şekilde uygulanması büyük önem taşımaktadır.
Bu kararların yanı sıra Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca verilen yakın tarihli bir kararda da Suçun işlendiğine dair kuvvetli, açık ve yeterli deliller bulunmadan verilen tutuklama ve mahkûmiyet kararlarının hak ihlali riski taşıdığını, uzun süreli tutukluluğun gerekçesiz ve ölçüsüz olmasının adil yargılanma ve makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiğini belirtmiştir.
(Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2022/248 E., 2023/648 K. Sayılı Kararı)
- SONUÇ
Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, hukuk devleti ilkesinin temel dayanaklarından biridir. Tutuklama, suç şüphesinin kuvvetli olduğu hallerde başvurulabilecek istisnai bir tedbirdir. Ancak uzun süren tutukluluklar, bireylerin temel haklarının ciddi şekilde ihlal edilmesine yol açmaktadır.
Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ışığında, uzun süreli tutukluluk yalnızca kişi özgürlüğü ve güvenlik hakkını değil, masumiyet karinesini ve adil yargılanma hakkını da zedelemektedir.
Yargı makamlarının yargılamanın her aşamada somut ve yeterli gerekçelerle, orantılılık ilkesini gözeterek karar vermeleri gerekmektedir. Zira uygulamada görüldüğü üzere uzun süreli tutukluluklar zaman zaman cezalandırma aracına dönüştürülmektedir. Bu durum da daha önce de ifade etmiş olduğumuz üzere kişilerin adalete olan inancını ve hukukun işleyişine olan güvenini sarsmaktadır. Bu vesileyle dile getirmemiz gerekir ki yargılama makamları, üzerlerinde ciddi bir sorumluluk taşımaktadır.



