Tasarrufun İptali Davalarında Pasif Husumet Kriteri
1-Giriş
Tasarrufun iptali davaları, İcra ve İflas Kanunu’nun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup alacaklının alacağını tahsilini engellemek amacıyla yapılan kötü niyetli tasarrufların geçersizliğini sağlama maksadındadır. Bu davaların en önemli özelliklerinden biri salt borçluya karşı değil, aynı zamanda borçlunun yaptığı tasarruftan doğrudan veya dolaylı olarak menfaat sağlayan üçüncü kişilere de yöneltilmek zorunda olmasıdır. Uygulamada bu kişilere yönelik pasif husumetin doğru tesis edilip edilmediği davanın sıhhati bakımından belirleyici niteliği haizdir. Özellikle taşınmaz devri, temlik, ortaklık ilişkisi veya bağış suretiyle gerçekleştirilen işlemlerde sadece tapu maliki görünen kişiye karşı değil, işlemin arkasında bulunan ve malvarlığından fiilen yararlanan kişilere karşı da dava yöneltilip yöneltilemeyeceği tartışmalıdır. Bu noktada öğretide ve yargı içtihatlarında giderek gelişen bir şekilde “pasif husumet ehliyetinin” sınırları çizilmekte ve bazı durumlarda fiili yararlanmanın varlığı yeterli kabul edilmektedir. İlgili yazımızda pasif husumetin hangi durumlarda gündeme gelebileceği ve yargı içtihatlarında genel eğilimin ne olduğu detaylı bir şekilde irdelenmeye çalışılacaktır.
2- Pasif Husumet Ehliyetinin Hukuki Niteliği ve Uygulamadaki Önemi
Tasarrufun iptali davalarında davanın tarafları yalnızca borçlu ile sınırlı olmayıp borçlunun yaptığı tasarruflardan yararlanan üçüncü kişiler de davalı konumunda yer alabilir. Bu durum İcra ve İflas Kanunu’nun 282. maddesinde açıkça düzenlenmiş olup iptale konu tasarruftan menfaat sağlayan herkesin davalı sıfatıyla gösterilmesi gerektiği kabul edilmektedir. Anılan maddeye göre dava, “borçlu ile birlikte tasarruftan yararlanan üçüncü kişiye karşı” açılır. Bu düzenleme üçüncü kişinin işlemin şeklen değil, maddeten tarafı olması hâlinde dahi pasif husumet taşımasına imkân tanımaktadır.
Uygulamada borçlu tarafından devredilen bir taşınmazın üçüncü bir kişi adına tescil edilmesi durumunda sadece adına tescil yapılan kişi değil; o taşınmazdan fiilen yararlanan, kira geliri elde eden, taşınmazı kullanan ya da tasarruf üzerindeki kontrolü elinde bulunduran diğer şahısların da davada husumet yönünden taraf yapılması gündeme gelmektedir. Bu bağlamda, Yargıtay’ın müstekar içtihatlarında da işlemin arka planında olup doğrudan fayda sağlayan kişinin tapuda malik olmasa dahi pasif husumet ehliyetine sahip olduğunu kabul etmektedir.
Zira tasarrufun iptali davasının nihai amacı, borçlunun malvarlığını görünürde üçüncü kişilere devrederek alacaklıdan mal kaçırmasını engellemek; dolayısıyla alacaklının alacağını tahsil etmesini mümkün kılmaktır. Bu maksatla iptal davalarına bakıldığında işlemin biçimsel görünümünden ziyade, maddi sonuçları ve ekonomik fayda unsurları esas alınmalıdır. Nitekim muvazaa ve iyi niyetin varlığına ilişkin değerlendirmeler de bu çerçevede yapılmaktadır.
Nitekim Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 2020/333 E. ve 2021/1388 K. sayılı kararında tasarrufun iptali davalarının İcra ve İflas Kanunu’nun 282. maddesi gereği hem borçluya hem de borçlu ile tasarrufu gerçekleştiren üçüncü kişiye yöneltilmesi gerektiğini açık biçimde ifade etmiştir. Kararda şu husus vurgulanmaktadır:
“İİK’nın 282. maddesi uyarınca borçlu ve borçlu ile hukuki işlemde bulunan kişi birlikte dava edilmelidir. Bu kişiler, mecburi dava arkadaşlarıdır. Davanın yalnızca borçluya ya da yalnızca üçüncü kişiye karşı açılması mümkün değildir.”
Bu karar ile Yargıtay sadece tapuda malik olarak görünen kişiye karşı değil, tasarruftan fiilen yarar sağlayan kişilere de pasif husumet yöneltilebileceğini açıkça kabul etmiştir. Ayrıca söz konusu üçüncü kişinin kötü niyetli olmasa dahi tasarruf konusu mal yerine geçen değer ile sınırlı olmak üzere alacaklıya karşı sorumluluğunun bulunduğu belirtilmiştir. Bu yorum İİK m. 283/2’in lafzı ile de örtüşmektedir.
Dolayısıyla uygulamada özellikle taşınmaz devri, bağışlama, muvazaalı satış veya akrabalık ilişkisi zemininde gerçekleştirilen işlemlerde iptale konu tasarruftan menfaat sağlayan gerçek faydalanıcının belirlenmesi büyük önem arz etmektedir. Fiili fayda sağlayan kişi tapuda malik görünmese dahi ekonomik yarar elde ediyorsa bu kişi hakkında da pasif husumet ileri sürülmeli ve dava yöneltilmelidir.
3- Uygulamada Karşılaşılan Sorunlar
Tasarrufun iptali davalarında pasif husumetin doğru şekilde yöneltilmemesi davanın esası hakkında inceleme yapılmaksızın usulden reddine yol açabilmektedir.
İcra ve İflas Kanunu’nun 282. maddesi uyarınca tasarrufun iptali davasının hem borçluya hem de tasarrufun karşı tarafı olan üçüncü kişiye yöneltilmesi zorunludur. Davanın yalnızca üçüncü kişiye karşı açılması halinde mecburi dava arkadaşlığı ilkesi ihlal edilmiş olur.
Belirtmemiz gerekir ki pasif husumet eksikliği mahkemelerce re’sen gözetilmesi gereken usul kurallarındandır. Bu nedenle ilk derece mahkemesince pasif husumetin doğru tesis edilmediği gerekçesiyle verilen bir red kararı istinaf veya temyiz incelemesinde usulen yerinde bulunabilir. Aynı şekilde davalı tarafların eksik gösterildiği hâllerde verilen kabul kararları da eksik hasım nedeniyle bozulabilmektedir.
Bu bağlamda eksik husumetle verilen hükümler hukuki geçerliliğe sahip değildir. Bu durum usul ekonomisi ilkesine zarar verdiği gibi tarafların hak arama özgürlüğü bakımından da ciddi problemler doğurmaktadır. Uyuşmazlığın esasına girilmeden sırf taraf eksikliği nedeniyle davanın sonuçsuz kalması özellikle alacaklı açısından hak kayıplarına yol açabilmektedir.
Bu tür hukuki işlemler oldukça teknik ve uzmanlık gerektiren nitelikte olduğundan tasarrufun iptali davalarında hak kaybı yaşanmaması adına alanında uzman bir hukukçudan profesyonel destek alınması büyük önem taşımaktadır.



