Son günlerde Türkiye’de bazı şirketlere yönelik sosyal medya platformlarında geniş yankı
bulan boykot çağrıları, kamuoyunun gündemini meşgul etmektedir. Bu durum, “boykot” eyleminin
hukuki niteliği, anayasal hak olup olmadığı ve sınırlarının ne olduğu gibi soruları beraberinde
getirmektedir. Özellikle sosyal medyada hızla yayılan ve geniş kitlelere ulaşan boykot çağrıları ile ilgili
merak edilen temel sorular arasında, boykot çağrısı suç mu veya boykot çağrısında bulunmak yasal mı
soruları yer alıyor. Bu yazımızda, boykot kavramını hukuki açıdan ele alarak, anayasal haklar
bağlamındaki yerini değerlendireceğiz.
Boykot Nedir?
Boykot, bir kişi, kurum, ürün ya da ülkeye karşı ekonomik, ticari ya da sosyal faaliyetlerin
gönüllü olarak reddedilmesi anlamına gelir. Genellikle bir görüşe tepki göstermek, bir davranışı protesto
etmek ya da belirli bir değişimi teşvik etmek amacıyla uygulanır. Boykot, bireysel ya da toplu şekilde
gerçekleştirilebilir.
Boykotun Hukuki Niteliği
Türk hukukunda “boykot” kavramı doğrudan bir kanun maddesinde tanımlanmamıştır.
Ancak, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, tüketici tercih özgürlüğü gibi temel haklar çerçevesinde
değerlendirilmektedir. Boykot, bu hakların bir yansıması olarak kabul edilebilir.
Boykotun hukuki sınırları ise, kişilik haklarına, ticari itibara zarar verme, nefret söylemi
ya da kamu düzenini bozma gibi durumlarla aşılabilir. Bu gibi durumlarda boykot çağrısı, hukuki
yaptırımlara tabi olabilir.
Anayasal Açıdan Boykot
Anayasamızda doğrudan “boykot” kelimesi yer almamakla birlikte, bu tür eylemler
özellikle şu temel haklar kapsamında değerlendirilebilir:
1-) İfade Özgürlüğü (Anayasa m. 26): Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka
yollarla açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Boykot çağrıları da bu kapsamda, bir ifade biçimi olarak
kabul edilebilir. Tüketimden kaçınma veya boykot kararı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 26.
maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir. Bu maddeye göre, her birey
düşüncesini ifade etme ve yayma hakkına sahiptir. Dolayısıyla barışçıl ve tehdit içermeyen boykot
çağrıları, anayasal güvence altındaki haklar arasında yer alır.
2-) Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı (Anayasa m. 34): Boykot eylemleri, barışçıl protesto niteliğinde
olduğu sürece bu hak kapsamında korunabilir. Bu doğrultuda, barışçıl ve tehdit içermeyen bir boykot
çağrısı, anayasal haklara dayalı bir eylem olarak kabul edilir ve suç olarak değerlendirilmez. Ancak bu
özgürlüğün, kamu düzenini bozmayacak, ayrımcı ve şiddet içerikli unsurları taşımayacak şekilde
kullanılması kritik öneme sahiptir.
3-) Tüketici Hakları: Bireylerin bir ürünü ya da hizmeti satın almama hakkı mevcuttur. Bu hak, kişinin
ekonomik özgürlüğünün bir parçasıdır.
Boykotun Tercih Edilme Nedenleri
Genelde bir ürün, hizmet ya da davranıştan duyulan rahatsızlığı ifade etmek üzere yapılan
boykot, farklı alanlarda tercih edilebilir. Özellikle etik, çevresel ve siyasi kaygılar bu eylemin başlıca
tetikleyicileridir. Peki boykot hangi spesifik durumlarda tercih edilir?
Siyasi Protestolar: Siyasi krizler ya da bir ülkenin dış politikasından rahatsızlık duyulduğunda, o ülkeyeait ürün ve hizmetleri boykot etmek yaygın bir yöntemdir. Örneğin, uluslararası arenada bir ülkenin
agresif politikaları karşısında halkların tepki göstermek için bu yöntemi benimsediği bilinir.
Çevresel ve Doğa Duyarlılığı: Özellikle çevreyi kirleten, doğaya zarar veren faaliyetleri destekleyen
şirketlere karşı boykot, bir tüketim direnişi biçimidir. Plastik ambalaj kullanan veya karbon salınımı
yüksek üretim süreçlerine sahip firmaların ürünleri bu türden bilinçli tercihlerden etkilenebilir.
İnsan Hakları ve Çalışma Koşulları: Çocuk işçi çalıştıran, düşük ücretle personel sömürüsü yapan ya
da işçi haklarını hiçe sayan kurumlara karşı boykot yapılabilir. Bu yöntem, kurumların değişim yapmaya
zorlanması için bir baskı mekanizması oluşturur.
Boykotun etkili bir araç olup olmayacağı, katılım oranına ve eylemin doğru şekilde
organize edilmesine bağlıdır. Özellikle sosyal medya gibi platformlar üzerinden yapılan boykot çağrıları,
geniş kitlelere hızla yayılarak daha görünür hale gelir. Ancak bu noktada, boykotun hukuki sınırlar içinde
gerçekleştirilmesine özen göstermek gerekir. Kötü niyetli söylemler veya hedef gösterici içeriklerle
yapılan çağrılar yasal sorunlara yol açabilir.
Boykotun Sınırları Nelerdir?
Her temel hak gibi boykot hakkı da mutlak değildir. Anayasa m.13’e göre, temel hak ve
özgürlükler yalnızca kanunla sınırlanabilir ve bu sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine
uygun olmalıdır. Dolayısıyla;
-Boykot çağrısı bir firmaya haksız rekabet oluşturacak şekilde zarar veriyorsa,
-Şirketin veya bireyin ticari itibarı açıkça zedeleniyorsa,
-Nefret söylemi, hakaret ya da ayrımcılık içeriyorsa,
bu tür boykot eylemleri hukuka aykırı hale gelebilir. Bu durumda kişi ya da kurumlar, Türk Borçlar
Kanunu, Türk Ticaret Kanunu veya Türk Ceza Kanunu kapsamında hukuki ya da cezai yaptırımlarla
karşılaşabilir.
Türk hukuk sistemi kapsamında, boykot ve boykot çağrısının yasal durumu zaman zaman
kamuoyunun tartışmalarına konu olmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki Türk hukukunda genel
olarak bireylerin mal veya hizmet satın almama kararı almaları ve bunu bireysel tercih noktasında
gerçekleştirmeleri tamamen yasaldır. Ancak burada önemli olan, boykot çağrılarının boyutları ve
içeriklerinin Türk Ceza Kanunu (TCK) ve diğer yasal düzenlemeler çerçevesindeki sınırları ihlal edip
etmediğidir.
Boykot çağrılarının nefret söylemi içermemesi, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmemesi
ve ayrımcılığa yol açmaması beklenir. TCK’nin 216. ve 122. maddelerinde, bu tür içeriklere sahip
iletişimlerin suç teşkil edebileceği belirtilmiştir. Örneğin bir grubun etnik, dini veya sosyal özellikleri
nedeniyle boykot edilmesi çağrıları, bu kapsamlarda değerlendirilebilir. TCK’ye göre, ekonomik bir
tercihi teşvik etmek ve ifade özgürlüğü kapsamında boykot çağrısı yapmak suç değildir. Ancak, kamu
düzenini bozucu, ayrımcı veya ticari itibar zedeleyici unsurlar içeren bir boykot çağrısı durumunda cezai
sorumluluk doğabilir. Örneğin, zorla veya tehdit içerikli boykot çağrıları bu kapsamda farklı bir
değerlendirmeye tabidir. Boykot kararı bireysel olarak yasal bir hak niteliğindedir. Bununla birlikte,
toplumsal çağrılar yapılırken yasal sınırların ihlal edilmemesine özen gösterilmelidir. Boykot çağrısının
içeriğine ve biçimine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle, hukuki çerçeveyi anlamak ve buna uygun
hareket etmek büyük önem taşımaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) boykot çağrılarıyla ilgili önemli bir kararıbulunmaktadır. Sanatçı Ozan Güven, 2016 yılında Turkcell’in Ensar Vakfı’na verdiği desteği eleştirerek,
sosyal medya hesabından Turkcell’i boykot ettiğini duyurmuştu. Bu paylaşım nedeniyle Turkcell,
Güven’e karşı tazminat davası açtı ve mahkeme, Güven’i tazminat ödemeye mahkûm etti. Ancak, AYM
27 Eylül 2023 tarihli kararında, bu tazminat kararının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine hükmetti ve boykot
çağrısının ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. ?
İfade Özgürlüğüne Dair Genel Kararlar:
-AYM, ifade özgürlüğünün yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil, iletilme biçimlerini de
koruma altına aldığını belirtmiştir. Bu kapsamda, çeşitli iletişim araçlarıyla yapılan açıklamaların da
ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. ?
– Mahkeme, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel taşlarından biri olduğunu ve bu
özgürlüğün, toplumun farklı kesimlerinin görüşlerini serbestçe ifade edebilmesi için hayati öneme sahip
olduğunu belirtmiştir. ?
Bu genel ilkeler doğrultusunda, AYM’nin ifade özgürlüğüne verdiği önem, boykot
çağrılarının da bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Ancak, her somut olayın kendi
koşulları içinde değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.
Sonuç
Boykot, temel hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirilebilecek bir eylem biçimidir.
Ancak bu eylemin hukuka uygun olması, barışçıl, ifade özgürlüğü sınırları içinde kalması ve kişilik
haklarına saldırı niteliği taşımaması koşuluyla mümkündür. Gelişen dijital çağda sosyal medya üzerinden
yapılan çağrıların etkisi büyük olmakla birlikte, hukuki sorumluluk da bir o kadar dikkatle ele alınmalıdır.
Bu bağlamda, her adımı yasal zeminde atmak ve anayasa garantileri altındaki haklardan öteye geçmemek
esastır.



